Yazmak zor iş Azizim, zor,
Vatandaş vicdanıyla, yazarak tutmakta olduğum toplumsal nöbet gereği, gerek siz değerli okuyucularımızdan gelen geri bildirimlerle, gerek kendi gözlemlendiğim konularda, kimi zaman yapılan hizmetlerin şehrimize kattığı değerleri, emeği geçenleri, kimi zaman vatandaşlarımızdan gelen şikâyetleri, kimi zaman bir türlü önü alınmayan aksaklıkların toplumsal yansımalarını kalemim döndüğünce yazmaya, gündeme getirmeye çalışıyorum, çalışıyoruz.
Bir söz vardır ya, “Sen ne söylersen söyle, söylediğin, karşındakinin anladığı kadardır”, diye,
işte öyle ,
Sen ne anlatmaya çalışırsan çalış, karşındaki anlamak istediği gibi anlıyor.
Yapılan güzel hizmetleri, projeleri yazıyorsun, iktidar yalakası diyorlar.
Sekteye uğrayan, ya da kamuoyunun tepkisine yol açan, vatandaşı mağdur eden yapılamayan ya da eksik yapılan işleri yazıyorsun. Bu sefer de, Muhalefet oluyorsun. Devlet düşmanı, vatan haini oluyorsun. Başlıyorlar bu sefer yapılan hizmetlere gölge düşürmeye çalışıyorsun, demeye.
Arkamızdan sürekli eleştiriyor, şehrimizle ilgili en ufak bir fikri yok, diyorlar. Şehrimize ne yapılması gerekir diye sorsan, susar kalır diyorlar.
Naçizane yapılması gereken birkaç ve hizmet teklifine bulunuyorsun. Bu seferde Çokbilmiş. Ukala diyorlar.
Yukarıda da dedim, ya, sen ne anlatırsan anlat, bildiğin, karşındakinin anladığı kadardır, diye. Bir de yazmış olduğun onca yazının içinden birkaç cümle cımbızlayıp, kendini yazmış olduğumuz yazıya muhatap kabul edip, edep ve hayadan yoksun, sözler sarf edenler var.
Her zaman söylüyorum, Yazmış olduğum hiçbir yazıda asla ama bir kişi ya da kurum belirterek yazmıyorum. Kimseyi hedef göstermiyorum. Onlar kendini biliyorlar zaten. Muhatap olmamasına rağmen yazımı muhatap kabul eden kişilere de, her zaman söylemişimdir. Ben yazdıklarımdan sorumluyum, senin ne anladığından değil. Yarası olan gocunur. Derler. Yarası olan herkes yazdığım yazıları üstüne alınabilir, kendine muhatap kabul edebilirler. Zaten muhatap göstermemek, herkesi muhatap göstermek değil miydi?
Her fırsatta gazetecileri ve basın mensuplarını hedef gösterip acımasızca eleştiriyor, bu demokratik hak oluyor. Biz eleştirdiğimizde günah keçisi oluyoruz.
Gazeteler ve basın mensuplarının geçim kaynağı almış oldukları birkaç reklam geliri. Abartısız bu reklam gelirinin yüzde 95’ini de Siyasi Partiler ve Belediyeler veriyor. Hal böyle olunca da gazetecilik ve habercilik gelişmiyor. Kısacası sahip çıkmadığı basın kuruluşlarını yanlı davranmakla suçluyor. Bu ortamda sen gazeteci olsan ne yapardın.
Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık Sen sürekli kaçak güreşmeye alışık olduğundan her iki tarafa eşit yalakalık yaparak sorun çözme şekli olan, “Ne şiş yansın, ne de kebap” deyimini benimseyebilirsin. İşte tam da bu sebepten dolayı, kimse kalemini satmadığı için gazeteci sayısı parmakla gösterecek kadar az.
Dedim ya azizim, yazmak zor iş vesselam.
Yazsan vay! Yazmasan vay!
Hoşça ve Dostça Kalın.