Kendilerinden o kadar eminler ki her dediklerinin yapılacağına, her hayallerinin gerçekleşeceğine inanıyorlar.
Ama kazın ayağı öyle değil.Nicedir,alttan alta Harf Devrimi’nin geçersiz kılınması amacı dillendiriliyordu.
Arap Alfabesi’nin “Kuran yazısı” olduğu propagandasının desteği ile sessiz sedasız sürdürülen çalışmalar ya ortamın uygun olduğu varsayımından ya da yaklaşan 17 Aralık’ın yıldönümünde yaşanacakların etkisini azaltmak amacıyla yeni bir gündem maddesine dönüştürüldü.
Bizler gibi “Atatürk Devrimi” kapsamındaki atılımları Türkiye Cumhuriyeti’nin olmazsa olmazı sayanlar, doğal olarak karşı çıktık.
Bir yanıyla öğretilecek Osmanlıcanın, ülkenin hangi sorununa çare olacağını sorup soruşturduk, öbür yanıyla da eğitimde onca sorun varken niçin görmezden gelindiğini anlamaya çalıştık.
1928 öncesinin ünlü yazarlarının romanlarını Harf Devrimi sonrasında yeniden bastırdıkları bilinirken, hatta daha sonra torunları kimilerini anlaşılır olması için günümüz Türkçesi ile yeniden yayımlarken ilk baskılarının okunabilmesinin sağlanacağının açıklanmasını anlamakta zorlandık.
***
Ortaya son atılan gerekçelerden biri de mezar taşlarının okunması oldu. Fatihdöneminden bu yana İstanbul’da sonsuzluğa uğurlanan ünlülerin mezar taşlarını okuyup kayda geçiren çok sayıda tarihçi yazarımız var.
Halkın çoğunluğu “Karı dırıltısından ölen Halil Ağa’yı” bile bilirken, iktidarın asıl görevinin okutmaya çalışmaktan önce mezar taşlarını korumaya almak olması gerekiyor.
Bunu yapmayarak çok beğendikleri ve yeniden canlandırmaya çalıştıkları Osmanlı’nın yolundan gitmeye kalkmaları anlaşılır bir yaklaşım sayılamaz.
***
Biri uzak öteki yakın geçmişten iki örnek vereyim.
Kasımpaşa bir dönem İstanbul’un kültür, sanat ve dinsel bilgiler yönünden önde gelen kişilerinin yaşadığı bir merkezdi.
Bu nedenle de Kasımpaşa Mezarlığı pek çok ünlünün mezarından oluşuyordu. 1908’den sonra kurulan hükümetlerde Vakıflar Bakanlığı yapan Halil Hammade Paşa, geceleri mezar taşlarını kırdırıp yapı yüklenicilerine sattığı için mezarlar bilinemez oldu. Osmanlıca (hadi öğrenildi diyelim) bilen torunlarının okuyacağı taşlar yerinde değil ki...
***
İstanbul âşığı Çelik Gülersoy, 1970’lerin ortasında Kadıköy’de bir “Mezar Taşı Müzesi” oluşturmuştu.
Tren yolunun kara tarafında, İbrahimağa’daki Ayrılık Çeşmesi’nden başlayarak Taşköprü Caddesi’nden Yeldeğirmeni’ne geçişi sağlayan köprünün yanındaki duvarla sonuçlanan alandaydı.
Devrilen taşlar düzeltilmiş, otlar temizlenmiş, demir parmaklığına bir de levha asılmıştı.
1994’te belediye seçimini kazanan ve bugüne ulaşan siyasal partilerin başkanları önemsemediler.
Arada sırada önünden geçerken, otlardan sarmaşıklardan neredeyse görünmez olmuş, görünüşlerinden de pek çok şey anlatan taşları seçmekte zorlanıyorum.
Osmanlı ve ardılları bu kafadayken “Mezar taşlarını okuma” gerekçesi de havada kalıyor.
Yeni bir gerekçe uydurun lütfen...